24 Kasım 2019 Pazar


HAKİKAT KİTABI(HK)_EMRAH ERYILMAZ HAKKINDA
Bu yazı kimseye "kitabı okuyun çok iyi" veya "kitabı okumayın beş para etmez" demiyor. Bu yazı kitabı okurken aklıma takılan, sorunlu gördüğüm, cevap bulamadığım, yanlış olduğunu düşündüğüm hususlardan bazılarının derlenmiş halidir.
Başlıkların altında italik ve tırnak içinde yazılı olan bölümler HK'dan alıntılardır. Bunun dışında bazı Kuran ayetlerinin çevirileri de tırnak içinde ve italik olarak tarafımca yazılmıştır.
Kitabın 19'uncu sayfasında "İlk Söz" başlığı altında, HK'nın "Kuran'daki Kitab-ı Mübin olarak verilen bilgilerin TEBLİĞİ olduğu, kitabın içerdiği YOĞUN ENERJİ sebebiyle rüyalarda değişiklik yaşanabileceği" belirtiliyor ve "Kitabın size sunduğu tek şey hakikatlerdir" gibi büyük bir iddiada bulunuluyor. Yazarın, bu cesur iddiasının altını çizerek eleştiri ve sorulara geçiyorum:

1) SADECE İNSAN MI?
 "Tüm oluşumlar ve olguların tek temel kaynağı vardır, o da Yüce Allah'tır. Dünya üzerinde bunu bilebilme ve üzerinde düşünebilme farkındalığına sahip tek canlı insandır" (HK Sayfa: 27)
Kuran'ın 72:1,2, 51:56 ayetleri göz önünde bulundurulduğunda cinler de pek tabii bu söylediği şekilde tasnif edilebilir.
Deki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.(72:1)
Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.(51:56)
Bu durumda, "Yazar cinlerin de insan olduğunu düşünüyor mu?", "Düşünüyorsa 51:56'da insandan ayrı bir tür olarak neden cinlerden bahsediliyor?", "Yoksa yazar cinlerin dünya üzerinde bulunmadığını mı düşünüyor?" gibi sorular akla geliyor. HK'nın ilerleyen bölümlerinde bahsedildiği üzere cehennem yaşantısının dünya üzerinde olduğu iddia edilmektedir. 11:119'da " ...Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım” sözü hak oldu."  ayetine göre yazara göre cinler de dünyada oluyor. Yok eğer cinler insanlar gibi bilinç evrimine tabii değilse neden cehennemdeler? Sistemin amacı HK'da belirttiği gibi tekamül değil mi?

2) DÜŞÜNCE HIZI !
"Evrendeki en hızlı şey düşünce hızıdır. ... Bunu şöyle örneklendirebiliriz: Zihninizde herhangi bir konuyla ilgili plan ve sonuçları saniyeler içinde yapabilirsiniz ..." (Sayfa: 58)
Yazar bu sonuca nasıl ulaştığına dair herhangi bir deney sonucu veya güvenilir bir kaynak bildirmemiş. Ancak internette "nöral ileti hızı"nı araştırırsanız ışık hızından ne kadar geride olduğunu görebilirsiniz. O da olmazsa lise düzeyi fizik bilgisinden ışığın sıvı ve katı maddeler içinde havadakinden daha yavaş ilerlediği bilgisini hatırlamak, bu iddia hakkında makul bir şüphe duymanız için yeterlidir.

3) ENERJİ FORMÜLÜ VE NUR/35
 Emrah kitabında, 24:35 ayetini enerjinin formülü olan E=mc^2 formülünün açıklaması olduğunu iddia etmiş. Şöyle diyor;
"1. Yüce ALLAH, içerisinde yaşanılan “gökler ve yer” olarak bildirilmiş âlemin nurudur/enerjisidir. Yani “E“dir.Buna 1 diyelim.
2. “Nurun örneği şuna benzer” cümlesinde kullanılan örnekleme, âlemin nuru olan enerjinin denkliğinin ifade ediliş bilgisidir. Yani “=” “eşittir” ifadesidir. Buna 2 diyelim.
3. “İçinde lamba bulunan bir kandil…Lamba bir cam kap içindedir. O cam kap ise, inci gibi parlayan bir yıldız gibidir.” denilerek, nurun eşitliğinin tasvirlemeleri yapılmıştır. Son cümlede “yıldız gibidir” denilerek, tasvirlemenin biçim ve kütle olarak bilgisi verilmiştir. Yani “m” “kütle“dir. Buna da 3 diyelim.
4. Ayetin devamında inci gibi parlayan yıldız olarak kütlesel tasvirlemeleri yapılan cam kabın “Ne doğuda ne de batıda olmayan, zeytinyağı üreten mübarek bir ağaçtan yakılır/tutuşturulur.” bilgisi verilmiştir. Bu çok önemli çarpan detayı “x” “çarpı“dır. Buna da 4 diyelim.
5. Ayetin devamında “Yağı, neredeyse ateş değmeden aydınlık verir. Işık/nur üzerine ışıktır/nurdur” olarak verilen bilgi, mübarek ağaçtan dönüşüm sonucu oluşan zeytinyağının (hidrojen) ortaya çıkardığı bir detaydır. Bu dönüşüm örneği Einstein’ın maddenin gram başına ışık üzere ışık (c²) enerjiye dönüştürülebileceği ilkesinin de karşılığıdır. Potansiyel olarak her maddenin içinde bu enerji bulunduğu için, ayet içerisinde “ateş değmeden aydınlık verir” detayı bildirilmiştir. Bu kısım, denklemin son parçasıdır. “Işık/nur üzeri ışık/nur” bilgisi ayet içinde verilerek ışık hızının karesi bildirilmiştir. Bu da “c²” “ışığın karesi“dir. Buna da 5 diyelim.
Buraya kadar rakamlandırılan bilgileri birleştirirseniz ortaya şu sonuç çıkar: Nur esması ile tecelli eden Yüce ALLAH, bütün âlemin nuru, Enerjisidir (E). Bu enerjinin örneği (eşitliği) şuna benzer (E=). Öz enerjisi içinde gizli olan ama o giz dışarıya yansıyarak çıkan cam kap, parlak bir yıldız gibidir. Bu tasvirleştirme, enerji eşitliğinde verilen kütle birimin karşılığıdır (E=M). Bu cam kap, zeytinyağı üreten mübarek ağaçtan tutuşturulur/yakılır bir diğer manada çarpılır (E=Mx)’tir. Ve devamında zeytin ağacından dönüşüm sonucu ortaya çıkan yağ ise, ateş değmeden aydınlık verir, ışık üzeri ışıktır (E=M x C²)"(Sayfa 61-62)
Işığın enerji değil enerjinin bir türü olmasını, "yıldız gibidir" ifadesinin kütleyi tasvirlemesindeki anlaşılmazlığı, "yakılır/tutuşturulur" ifadesinin matematiğin çarpma işlemiyle hiçbir ilgisi olmaması, bir sayının kuvveti/üssü alınacaksa arapçada bunun "2 alâ(üstünde) 2" değil,  "2 kuvvet 2" şeklinde ifade edilmesini bir kenara bırakacak olsanız bile yazarın kurduğu bu benzetmenin yanlışlığını kısaca ispatlamak için şu yeterli olacaktır sanıyorum:
E=mc2 formülünde c kare'ye 24:35'teki suresindeki "nur üstüne nur" ifadesi yakıştırılmaya çalışılmış. Nur ışık demek ışık hızı(c) demek değil. Hem de ayette nurun hızı(c) üstüne nurun hızı(c) denmiş olsaydı bu c kare şeklinde değil c üzeri c şeklinde ifade edilmesi gerekirdi ki enerjinin formülü bu değil. Yani çok açık bir şekilde kelimelerin anlamı kaydırılmış.

4) MİRAÇ?
"Gök katları ve onlar arasında yolculuk, ilahi sistemin onayı dahilinde olmaktadır. İsra suresi 1 ve 60. ayette Resulullah'ın ilahi irade tarafından sistemin işleyişinin gösterildiği bilinç yolculuğunun anlatılışı, ayette (Rahman33) bildirilmiş "üstün bir güç" olan ilahi onay ile yapılmıştır...." (Sayfa159)
Bu paragraftaki "Rasulullah" kelimesinden, yazarın ismini anmadığı ama bu paragrafı okuyan hemen herkesin aklına ilk gelen isim olan Muhammed'i kastettiğini anlıyorum. Çünkü "gök katları arasında bilinç yolculuğu" gibi bir tabir, çelişkilerle dolu hadis külliyatında Muhammed için bahsedilmektedir. (Bkz: Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6). Yazar, kitabında her ne kadar hadislere değer vermediği gibi bir görüntü vermişse de bu konuda hadis külliyatının etkisinden kurtulamamış görünüyor.
Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir (17:1)
Hani sana, “Muhakkak Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır” demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da, Kur’an’da lânetlenmiş bulunan o ağacı da sırf insanları sınamak için vesile yaptık. Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu, sadece onların büyük azgınlıklarını artırdı (17:60)
17:1'de bahsedilen "bir gece yürütülme/götürülme" nin bir metafizik olay olduğuna, bu yürütülme hadisesinin de Muhammed'e yaptırıldığına dair kitapta kanıt sunulmamış. 17:1'in devamını da okursanız, birinci ayette bahsedilen bir gece yürütülen o kulun Musa olma ihtimali de vardır. Bu yürütülen kişinin Musa olmadığını düşünseniz bile "Muhammed olduğuna dair kanıt nedir?" sorusu ortada durmaktadır.
Kaldı ki 17:1 ve 17:60 ayetlerin yazarın açıkladığı şekliyle birbiriyle ilişkilendirilmesi de sorunludur. 60'ıncı ayet rüyadan bahsetmekte, 1'inci ayet ise bir kulun yürütülmesinden bahsetmektedir. Yani birinci ayet bildiğimiz fiziksel bir olaydan bahsediyor. Bu ayetlerin birbiriyle yazarın dediği şekilde ilişkili olduğuna dair bir kanıt da göremedim kitapta. En azından 1'inci ayette neden "seni yürüten" değil de "kulunu yürüten" dendiğini düşünmek gerekmektedir. Eğer 17:1'de geçen "esra" kelimesi "yürütmek/götürmek" anlamına değil de "bilinç boyutları arasında yolculuk yapma" anlamına geliyorsa yazarın bu kelimenin nasıl bu anlama geldiğini de belirtmesi beklenirdi. Çünkü görebildiğim kadarıyla böyle bir anlam sözlükte de geçmiyor.

5) AKLİ KÖSTEKLER !
"Kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar (22:46) önermesi çok önemlidir. Çünkü hakikat bilgisine ulaşmak için kullanılması gereken, kalp/gönül gözüdür. Ancak o zaman Hakk bilgisine ulaşabilirsiniz. Akli köstekler sizi bir yere kadar götürür ve sınırlar. Kalp/gönül/vicdan gözüyse evrensel bilgiye ulaşmanın anahtarıdır..."(Sayfa160-161)
Yazar kitabında bu "akli köstekler(!)" söylemini birkaç yerde daha kullanıyor. TDK sözlüğüne bakılırsa kösteğin burada engel anlamında kullanıldığı rahatlıkla anlaşılabilir. Yani yazara göre akıldan kaynaklanan engeller bizi ancak bir seviyeye kadar ilerletebilirmiş. Burada doğal olarak "Akıl bizim için engel ise bizi nasıl ilerletebiliyor?" sorusunu sormak gerekir. Ayrıca kitapta kalp, gönül, vicdan kavramlarını nasıl tanımladığına ben şahit olamadım şahsen. Akıl için engel kelimesinin kullanılması, kalp, gönül, vicdan dediği şeylerle elde edilen bilgi(!)lerin "akılla çelişse de kabul edilmesi gerektiği"ne gönderme yapmaktadır. Ki bu da tarikat dediğimiz kurumlarda şeyh denen kişilere kutsallık/sorusuz teslimiyet atfeden Kuran dışı bir anlayışla ilintilidir. Eğer kitabı okursanız yazarın birçok yerde herhangi bir delil göstermeden birçok varsayımda bulunduğunu(ki bazılarına bu yazıda değinildi), bunları da yer yer "kalp gözüyle görebilmekle mümkündür" minvalinde açıklamalarla geçiştirdiğine şahit olabilirsiniz.
Burada sanırım şu hususa değinmek gerekir;
Aklımızın fener ışığı elbette tüm zamanların ve alemlerin bilgisini bir anda aydınlatmaya yetmez. Zaten vahyin gönderilme sebebi de bu. Ancak bu bizim aklı hor görmemize sebep olursa felaketimiz olur. Çünkü Kuran'a göre Kuran'ın Allah kelamı olup olmadığına da akılla karar verirsiniz. Kuran'da 40 dan fazla yerde aklın önemi belirtilir. Yani siz ister ilham alın ister vahiy alın nasıl bir hakikati açıklayacaksanız bunun akılla çelişmemesi gerekir. Yani akılla barışık olması lazım, aklı köstek görüyorsa şeytandandır o bilgi. Dahası verdiğiniz hükümleri delillendiremiyorsanız (ki bu HK'da çokça yapılmış) insanlar sizin iddianızın peşinden gitmemelidirler.
Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.(17:36)
"Sen köstek kelimesine takılmışsın, yazar da senin dediğini söylüyor zaten" diyorsanız, size derim ki; "Bu eleştiride anlatılmak isteneni kalp gözünüzle görmeye çalışın, muhakeme kabiliyetiniz sizi ancak bir yere kadar götürür. Köstek kelimesinin akla yakıştırılmasındaki niyeti görmek için kalp gözünüzü açmalısınız :) "

6) BOYUT SAYISI
"...Onun kelamları arş katından (19. boyut) kat kat bölünmüş alemlere yansıtılır...."(Sayfa:165)
Kitapta arş katının 19. boyut olduğu iddia edilmiş. O kadar. Hiç bir delil yok. Neden 8 değil mesela? 7 kat gök var üstü de arştır belki?
Kitapta bu tür, "doğrulanması imkansız" olduğunu düşündüğüm iddiaların fazlalığı dikkatimi çekti.

7) SİCCİN VENÜS MÜ?
" "Doğrusu, füccarın kayıtları Siccin'dedir. Siccin nedir bilir misin? Rakamlandırılmış bir kitaptır o"Mütaffifin 7-9 Ayetler
...
füccar kelimesi Kuran dilinde, yüce Allah'ın insanı yarattığı fıtrat dışında ilerleyen varlıklar ve kavramlar için kullanılır.
...
...rakamlandırılmış olarak detay verilmesinin nedeni, bir yazının ötesinde nefsin kendisine uygulanan imtihan sonucu, yine kendisine dönen bir not(titreşim/frekans) olmasından ötürüdür....
...
"Semaya ve Tarık'a and olsun; Tarık'ın ne olduğunu bilir misin? Parlak yıldızdır.Bütün nefslerin üzerinde mutlaka hafız(denetleyici/koruyucu) vardır." Tarık 1-4 Ayetler
Tarık olarak bilgisi verilen yıldız, bütün nefslerin koruyucusu, gözetleyicisi olan Venüs gezegenidir.
...
...ilahi sisteme bağlı yansıtıcı bir odaksa o yıldız olarak karşılık bulmuştur. Çünkü Venüs gezegeni bilinç evrimi yapılan bir varlık sahası değildir....
...
"Tarık'ın ne olduğunu bilir misin? Parlayan yıldızdır."Tarık 2-3. Ayetler
Ayette Tarık'ın fiziksel tarifi yapılmaktadır. Tarık, gökyüzüne baktığımız vakit, Güneş ve Aydan sonra gelen en parlak gök cismi olan Venüstür. Ayrıca, negatif bilinç imtihanlarının yansıtıldığı, kayıt altına alındığı ve rakamlandırıldığı Siccin'dir. Bütün negatif imtihan tesirleri buradan yansıtılmakta ve kayıt altına alınmaktadır.
...
Venüs'ün kendine ait olan ve Güneş sistemindeki diğer gezegenlerden farklı özellikleri vardır.
       Yüzeyi en sıcak gezegendir.
       En yoğun atmosfere sahip gezegendir.
       Ekseni etrafında, güneş sistemindeki bütün gezegenlerin tersi istikametinde döner. Bu çok önemli bir detaydır.
Latincede Venüs gezegeninin ismi Luciferdir. Lucifer şeytanın diğer isimlerinden biridir."(Sayfa 177 -  181)
Yukarıdaki özeti kısaca özetleyecek olursak Emrah şunları yapmış oluyor:
1. İlk önce "rakamlandırılmış" kelimesine titreşim/frekans anlamı yükledi,
2. Sonra Tarık Venüstür dedi.
3. Sonra Siccin Venüstür dedi !!!
4. Siccin'in Venüs olduğuna dair kanıt olarak da yüzey sıcaklığı, Lucifer kelimesi ve yörüngesini diğerlerine nazaran ters yönde seyretmesini sundu.
Şahsen burada tek ciddiye alabileceğim şey ikinci seçenek. O da Kuran'ın yıldız ve gezegen tanımlamasına bağlı. Yani bu iddia da sallanıyor ama neyse. Evet Venüs çıplak gözle bakıldığında gök yüzündeki en parlak yıldız(yani yıldız gibi görüyoruz, kozmolojik anlamda gezegen tabii). İlk iki önermeyi doğru kabul etseniz bile nihayetinde yazar hiç bir Kurani delil getirmeden Venüsün bazı fiziksel özellikleri ve Latincedeki karşılığına bakarak,  Siccin Venüstür deyip geçiyor. Evet Tarık/4'te bütün nesfsler üzerinde koruyucu (hafizun) olması Tarık yıldızını nefslerle ilişkilendirebilir ama sen Siccin ile Venüs(Tarık!) arasında bir bağ kurmadın ki? Delil ne? Kuran dışı ve bilimsel olmayan kaynaklar mı? Yüzey sıcaklığına bakarsak Güneş daha sıcak. Üstelik kozmolojik olarak da yıldızdır kendisi. Kuran'da Siccin'i Tarık'a bağlayan delil ne yani? 86:4'e göre kayıtların (hafizun) olması mı? O halde Venüs neden İlliyyun olmuyor? İyilerin de kaydı tutulmuyor mu sonuçta(İlliyyun'da  83:18)? Kitabın ilerleyen bölümlerinde İlliyyun'un Sirius yıldızı olduğu belirtiliyor. Onun için de delil getirilmemiş. Burada "Neden Sirius A İlliyyun, Sirius B de Siccin olmuyor?" sorusunu da sorabiliriz.  Sirius için de internette "görünür kadiri bakımından gökyüzündeki en parlak yıldız" olduğu bilgisine erişebilirsiniz. Öyleyse Tarık neden Sirius olmuyor değil mi?
Böyle karanlığa taş atar gibi zanlar üzerine hüküm kuracaksak Yunan mitolojisindeki Venüs tanrıçasından yola çıkın, oradan astrolojide Venüs'ün iyilik ve güzelliği simgelediğini vurgulayın ve Venüs cennettir deyin olmaz mı?
Yanlış anlaşılmasın. Yazarın bu iddiaları Allah bilir belki de doğrudur. Ben bilmiyorum. Ancak öne sürdüğü argümanlar, deliller tatmin edici değil.

8) DÖRT CENNET KATI ve ESFELE SAFİLİN
" Esfeli safilin: İnsanın sefillerin en sefiline veya aşağıların aşağısına denk gelen hem bedensel hem bilinçsel vaziyete çevrilmesidir... "(Sayfa 119)
"Ve andolsun ki, dünya semasını/göğünü kandillerle süsledik. Ve onları şeytanlar için taşlar kıldık. Ve onlar için alevli ateşin azabını hazırladık." Mülk 5. Ayet (Sayfa 167)
"Dünya semasında kandil olarak verilmiş bilgi, içerisinde yaşanılan 3 gök katını barındıran imtihan dünyasından sonra gelen ilk cennet katıdır.
"Ve semada/gökte sizin rızkınız ve vaat olunduğunuz şeyler vardır" Zariyet 22. Ayet
...
Bu cennetler Güneş sisteminde bulunan gezegenlerdir. (Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün) Tüm bilinç evrimi yapılan katlar, güneş sistemi içindeki yaratımlardır. (Sayfa 168)
...
...Kuran dili içerisinde gezegenler için kullanılan kelime "el kevaibi", yıldızlar için kullanılan kelime ise "en nucumi"dir. (Sayfa 169)
"Nefslerin üzerine çizilmiş 7 yolun 3'ü yaşanılan varlık  sahasında, geri kalan 4'ü cennet olarak ayrı varlık sahalarındadır"(Sayfa 272)
"Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var." (Rahman 46. Ayet)(Sayfa 272)
"O ikisinin ötesinde iki cennet daha var"(Rahman 62. ayet) (Sayfa 272)
"Andolsun ki biz insanı, ahseni takvim içinde yarattık. Sonra onu esfeli safiline/aşağıların aşağısına çevirip attık" Tin 4-5. Ayetler (Sayfa 273)
"Daha önce bilgisi verildiği üzere ilk yaratılmış Ademoğulları cennet boyutuna uygun titreşim ve frekansta yaratılmıştır. Bu bilgi "ahseni takvim" "en güzel biçimde/kıvamda" yarattık olarak verilmiştir. Fakat devam eden süreç sonrasında onu "aşağıların aşağısına çevirip attık" bilgisi verilmiştir. Burada yine çok ince bir detay bilgisi verilmiştir.
Bu detayı "aşağı" veya "aşağılara" attık olarak verilmemiştir. Bilgi, "aşağıların aşağısı" olarak verilmiştir. Aşağılar kelimesi çoğul bir kelimedir. "Aşağı + Aşağı = Aşağılar". Bu kelime 2 gök katının karşılığıdır. Devamında kullanılan "aşağısı" kelimesi tekil bir kelimedir ve 1 gök katının karşılığıdır. Toplamda nefsler 3 kat/boyut indirilmiştir.
Ademoğulları girebilmeye uygun olarak yaratıldığı cennet katının ilk basamağı olan 4. cennet katından, "aşağıların aşağısına" denk gelen "3" gök katı indirilerek 1. gök katı realitesine bağlı boyuttan imtihana başlamışlardır...."(Sayfa 273)
İlk Gök Katı..."...Muhakkak ki nefs, kötülüğü emreder"(Yusuf 53. Ayet)(Sayfa 274)
İkinci Gök Katı ... "Kendini kınayan nefse yemin ederim"Kıyame 2. Ayet (Sayfa 275)
Üçüncü Gök Katı "Takva, Mümin, Arıtılmış Kullar"(Sayfa277)

Plüton tartışmasını kenara bırakır ve Plütonu saymazsak, Güneş Sistemimizde 8 gezegen bulunmakta. Yazar Kuran'da geçen 7 gök katını bu 8 gezegenden 5'i ile ilişkilendiriyor. Dünya gezegeninde nefs-i emmare (sürekli kötülüğü emreden nefs), nefs-i levvame (eleştiren/kınayan) ve mümin bilinci olmak üzere 3 kişilik türünü 3 gök katı olarak tasnif ediyor ve bu 3 gök katı dünyada. Venüsü daha önce Siccin ilan etmişti ve bir yıldız (Tarık!) olduğu için de burada bilinç evrimi yapılmıyordu. İçten dışa doğru baktığımızda ilk sıradaki  Merkür ve Dünya'dan sonraki Mars gezegenleri nedense kitapta hiç bahsedilmeden geçiliyor ve 4. kat gök Jüpiterden başlamak üzere 55:46 ve 62'ye göre her gezegene 1'er kat düşülerek cennettir deniyor. Arada Mars gezegeni olmasa "belki" diyeceğim ama işte "Cennetler neden Mars'tan başlamıyor?" sorusu, Güneş sistemi gezegenlerini cennetle özdeşleştirme noktasında zorlama yorum yapıldığını düşündürtüyor bana.
Diğer konu ise "esfele safilin". Anlaşılmaz bir şekilde "safilin" kelimesini çoğuldur deyip "aşağı + aşağı=aşağılar" şeklinde açıklayarak "safilin" kelimesine "2 aşağı" anlamı veriyor. Şimdi "safilin" kelimesinin anlamı "iki aşağısı" olsa çevirisini de o şekilde yapması lazım. Dahası "safilin" kelimesi yazarın iddia  ettiği gibi fiziksel lokasyon belirtse ve 4. kat göğün altındaki iki gök katı (yazara göre "kınayan nefs" ve "mümin bilinci" oluyor) anlamına gelse, kelimenin marife gelmesi beklenir. Yani safilin kelimesi "iki aşağısı" demek olsa ve belirli/spesifik iki kattan bahsedilse 95:5'te "esfele safilin" değil "esfel es safilin" denmesi beklenirdi diye düşünüyorum.


9) YENİDEN BEDENLENME VE DÖNGÜ KONUSU
""Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselirler O'na."Mearic 4. Ayet
"Her nefs, kendisine verilen 50 bin yıllık sürecin sonunda güdücüsü olan Ruh ve Melekler (akıl, us, idrak, kayıt melekleri vb.) ile birlikte O'na yükselir.(Sayfa 246)
"Bir gün kavramı, sistem bilgilerinin anlaşılması için kilit noktadır. 1 gün içinde bulunan gündüz süreci bir bedenlenme içinde bulunan varlık sahasındaki karar aşamasıdır. Bir diğer anlamda imtihanların uygulandığı süreçtir. Gece ise bedenlenme süreci içindeki imtihanların değerlendirilme ve sonraki imtihanların belirlenme aşamasıdır."( Sayfa 246)
"Gökten yere kadar her işi O düzenler. Sonra işler, sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir günde yine O'na yükselir."Secde 5. ayet (Sayfa247)
"...Her nefse verilmiş 50 bin yıllık döngünün, 1000 yıllık süreçlere bölündüğünün bilgisidir.."(Sayfa 247)
"..."Ruh" kelimesi daha önce detaylı olarak bilgisini verdiğimiz Yüce Allah tarafından varlık sahasında imtihana başlayan nefslere verilmiş olan ilahi tesir ve bilgi kanalı olan sürücü/güdücüdür...(Sayfa141)
"Ve Sur'a üfürülür. Bu da vaad edilen gündür. Bütün nefsler bir sürücü ve bir şahit ile geldi" Kaf 20-21. Ayetler (Sayfa148)
"Yoksa onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyeceğimizi mi zannediyorlar? Hayır onların yanında elçilerimiz yazıyorlar" Zuhruf 80. Ayet
"Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. Sağında ve solunda oturmuş iki görevli, kayıt yapmaktadır. Her ne söz söylerse mutlaka yanında bir gözcü vardır." Kaf 16-18. Ayetler
"İnsan ruh değildir. İnsan nefstir. Ruh varlık sahasındaki her varlığa verilen, varlık sahasında hareket imkanı sağlayan ilahi tesirdir..."(Sayfa 145-146)
"Bütün insanların kuşunu boynuna bağladık. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız" İsra 13. Ayet (Sayfa 147)
"...Kuş bir sembol  olarak binlerce yıldır dünya üzerinde her cooğrafyada her ırka mensup insan tarafından kullanılmıştır. Sembol olarak ifade ettiği şey ise ruhtur...."(Sayfa147)

Kitapta geniş yer kaplayan bu bölüm hakkında, yazının daha fazla uzamaması için olabildiğince az alıntı yapıp HK'nın bu bölümünden kendi anladığımı çok kısa bir şekilde özetleyeceğim.
Yazar kitabında kişilerin dünya gezegeninde 50 bin yıllık uzun döngüler içinde her 1000 yıllık devirlerde bir hayat yaşadığını, 50 bin yıllık devirin sonunda yaşanan din günü/izin günü(!)nde, yaşadığı 50 ömrün muhasebesinin yapıldığını, enerjisini yeterli seviyeye yükseltmişse üst boyutlar olan cennetlere sevk edildiğini, yükseltememişse yeniden 50 bin yıllık bir döngüye tabii tutulduğunu belirtmekte. Yazara göre her 50 bin yıllık döngünün başında ilkel yaşam formunda oldukça vahşi koşullar içerisinde döngüye başlayan insan, böylece ateş imtihanları ile cehennemde sınanmaya başlıyor, amellerine göre de sonraki yaşamlarında ateş imtihanlarından uzaklaştırılıyor veya daha çetin bir şekilde sınanıyor. Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin helakı önceki 50 bin yıllık döngülerin sonu oluyor. "Melekler ve Ruh, miktarı 50 bin yıl olan bir günde yükselirler O'na." (Mearic 4. Ayet) ayetine göre burada belirtilen ruh (ilahi bilgi); İsra 13 ayetinde belirtilen boynumuza bağlı kuşumuz, Kaf 20-21 ayetlerine göre ise sürücümüz, melekler ise; Zuhruf 80 ve Kaf 16-18 ayetlerine göre kayıtçı meleklerimiz oluyor. 50 bin yıllık döngü sonunda O'na yükselen "melekler ve ruh" bunlar yani.
Kuran hakkında derinlemesine bilgi sahibi bir eleştirmen kitabın bu kısmıyla ilgili daha iyi yorum yapabilir. Kuranda oldukça geniş yer verilen ahiret yaşamının nasıl işlediğinin detaylarının ortaya konması ciddi bir Kuran bilgisi gerektiriyordur. Şunu açıkça belirteyim ki bu konuda yetkinliğe sahip değilim. HK'yı gücüm yettiğince Kuran'la, Kuran'ı da kendi içinde çapraz okumaya gayret ettim. Kitabın bu kısmıyla ilgili "Cehennemin fiziken nerede olduğu, çağlar içinde döngüsel bir biçimde içindekilere kurtulma şansı verilecek bir şekilde tasarlanıp tasarlanmadığı, baas'ın dünya üzerinde yeniden bedenlendirilme şeklinde gerçekleşip gerçekleşmediği" konularında zihnimde bir netlik oluşmadı açıkçası. Kitapta, kendi bilgi düzeyime göre bana "acaba" dedirtecek bazı ikna edici görünen açıklamalar var ancak, eğer gerçekten bir bedenlenme sistemi var ise bu sistemin yazarın açıkladığı şekilde olmasının mümkün olmadığını gösteren çok basit ve önemli bir soru da var:
8.1) "7 milyar insan hangi bin yıllık döngüde yaşadı?"
Açmaya çalışayım;
Şuan eğer dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan varsa (ki var) bundan önceki bin yıllık dönemde de nüfusun milyarlarla ifade edilmesi beklenir. 1400 lü yıllarda 300 milyon civarında olduğu belirtilen dünya nüfusunun sonraki yüzyıllarda milyarlara varan logaritmik artışı yazarın iddiasında büyük bir soru işareti oluşturuyor sanırım. Bilmem anlatabildim mi? Aslında yazar bu durumun farkında ve kitapta üzerinde yeterince durmadan "sonradan nefs olma potansiyeline erişenler" diyerek bu orantısız durumu açıklamaya çalışıyor. Ama bu daha da kötü. Çünkü bu durumda milyarlarca insan 50 lik büyük döngünün ortasında/sonunda bir yerlerde (mesela atıyorum 48'inci bin yıllık dönemde) ilk defa nefs olmuş oluyor ki o zaman da şu soruyu sorarsınız: "Diğerlerinin 50 ömürlük hakkı var da bunların niye daha az hakkı oluyor?" Çünkü yazara göre tüm nefsler 50 bin yıllık bir döngüde 50 yaşam hakkına sahip. (Bkz: Sayfa 247)
8.2) Anlam Çarpıtma mı?
Bir diğer konu da "yevme izin" kelimesi. Yazar bu kelimeyi ısrarla "izin günü" diye çeviriyor. İzin günü de sur üflenip de nefsler bir araya getirildiğinde artık imtihanlara ara verildiği için din gününün diğer bir anlatımıymış! Allah Allah deyip açıp baktım Kuranda birçok yerde kullanılan "yevme izin" kelimesi sonunda "nun" olmadan "z"nin üzerinde kesra tenviniyle yazılıyor ("يَوْمَئِذٍ " 89:23, 3:167, 4:42, ...). Ama izin kelimesi yani bildiğimiz mola vb anlamında izin kelimesi "elif - z - nun" harflerinden oluşmakta("اٰذَنَ" 7:123, 20:71, 26:49) . İyice emin olayım diye arapça bilgisinin iyi olduğunun düşündüğüm 2 kişiye sordum bunu, ikisi de "yevme izin" kelimesinin "izin günü" şeklinde çevrilmesinin mümkün olmadığını belirtti. Bu kelimeyi mealcilerin kahir ekseriyeti "o gün" şeklinde çevirirken "izin günü" şeklinde çeviren iki kişiye rastlayabildim (İskender Evrenesoğlu ve Erhan Aktaş). Eğer yazar elimizdeki Kuran mushaflarında bu kelimenin tahrif edilmiş olduğunu, yevme izin kelimesinin sonunda NUN harfi olması gerektiğini iddia etmiyorsa (ki iddia etse kitabında yer vermesi beklenir) Kuranda olmayan bir harfi sanki Kuranda varmış gibi kelimeyi ele alıp bir de üzerine uzun uzun yorum yapmanın amacı ne oluyor şimdi?
8.3) Tekrar Diriltilmek Mi, Diriltilmek Mi?
"Ayette (22:5) kullanılan "min el ba'si" tekrar diriltilmek ifadesi çok önemlidir. Ayetin giriş cümlesi olarak "siz tekrar diriltilmekten şüphe duyuyorsanız" bilgisinden sonra, bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi istenen konu aşamaları tüme varılması için alt yaratım bilgileriyle verilmiştir.İlk olarak insanın yaratılışı ve dünyaya geliş aşamaları verilmiştir. Sonrasında ölümün yine belirlenmiş süreye kadar işletildiği bilgisi verilir. Fakat sonrasında arz/toprak üzerinden misal yapılır." (Sayfa: 238)
Yazar burada "min" ve "el-ba'si" kelimelerine yanlış anlam yükleyerek ölümün ve yaşamın tekrar ettirildiği sonucuna gönderme yapıyor. Sözlüğe bakarsanız "min" harf-i cer'inin -den -dan anlamına, "ba's" kelimesinin de "tekrar dirilmek" değil, "dirilmek /gönderilmek/uyanmak" anlamına geldiğini görürsünüz. "min el ba'si" kalıbı ise "dirilmekten" şeklinde çevirilmesi doğru olacaktır diye düşünüyorum. Araya "tekrar" kelimesini sokmanın gereğini anlayamadım doğrusu.

10) CELALEDDİN RUMİ VE KURAN
"Rumi'nin sevgisi evrenseldir, ırk, din, dil ayrımı yapmadan tüm insanları kapsar. Sevgi ve aşk felsefesi, yaşadığı günden bugüne, yalnız Türk halkını değil, çeşitli din ve kültürden olan bütün dünya insanları kendi dünyasına çekmiştir. Onun düşüncelerinin ve metinlerinin tüm kaynağıysa Kuran-ı Kerimdir"(Sayfa 570)
Yazarın bu iddiası ile ilgili hiç bir yorum yapmadan sizi sadece "Cemre Demirel"in blogunda "http://michaelsikkofield.blogspot.com/search?q=mesnevi" adresine yönlendireyim okuyup siz karar verin Celaleddin'in Mesnevisinin Kuran'la ne kadar bağdaştığına.

11) ON DOKUZ MESAJINI DOĞRU ANLAMAK YA DA FETİŞ HALİNE GETİRMEMEK
""Hamd(övgü), gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan ALLAH'ındır. O, yaratmada dilediğini artırır. Şüphesiz ALLAH, her şeye gücü yetendir. ALLAH, rahmetinden insanlar için ne açarsa o takdirde onu tutacak yoktur. Ve neyi tutarsa, artık O'ndan sonra onu gönderecek de yoktur. Ve O, Aziz'dir, Hakim'dir." Fatır 1 ve 2. Ayetler" (Sayfa 530)
Ayetlerde "2, 3 ve 4'er kanatlı" olarak "3" farklı grupta verilmiş görevli bilgisi şu şekildedir.
a) İki kanatlı olarak verilen sembolik bilgi: Varlıkların doğum ve ölüm tarihlerindeki yılın 19'un katı olması; Bu sistem ile varlık sahasına gönderilmiş görevliler, bütünün parça bilgisini vermiştir.
b) Üç kanatlı olarak verilen sembolik bilgi: Varlıkların doğum ve ölüm tarihleri toplamının 19'un katı olması; Bu sistem ile varlık sahasına gönderilmiş görevlilerle, bütünün bilgisini içeren ve o andan sonraki ana geçişte ihtiyaç olan parça ve konu bilgisi verilir. Bu, sonraki süreçte bütüne doğru giden yoldaki bilgi veya sürecin bağıntısıdır. Bu görevliler bir milletin kurulmasıyla ilgili olabildiği gibi bilim anlamında yeni bir bilim kolunun kurulmasında rol almışlardır.
c) Dört kanatlı olarak verilen sembolik bilgi: Varlıkların hem doğum, hem ölüm tarihleri ve toplamının 19'un katı olması; Bu sistem ile varlık sahasına gönderilmiş görevliler, o tarih sahnesine yapılmış en direkt müdahaleyi bildirmektedir. (Sayfa 531)
Yazara göre kanat sembolik bir bilgiymiş ve sekar sisteminin görevlilerinin doğum ve ölüm tarihleri ile ilişkiliymiş. Buna göre yazar kitabın geri kalanında doğum, ölüm, doğum ve ölüm, doğum + ölüm sayılarını belirterek düzinelerce kişiyi sistem görevlisi 2, 3, 4 kanatlı melekler olarak belirtiyor ve devamında 19'un katı olan yıllarda keşfedilen/icat edilen bilimsel gelişmeleri sıralıyor.
Burada da "kanat"ın neden ölüm ve doğum yılları ile ilişkili olduğuna dair bir açıklama yapılmadan semboliktir denip geçiliyor. Bu tür bir yöntemle yani delilsiz ve mesnetsiz bir biçimde herkes yorum yapabilir. Ancak derdiniz gerçekten hakikat bilgisi ise iddia ve emreler arasında somut bağ kurmanız gerekmektedir. Kanat kelimesinin neden "meleklerin bizim boyutumuza inerken geçtikleri boyutların sayısı" ile ilintili olmadığını sorsanız yazar ne cevap verir acaba? Biz 3'üncü boyuttayız. En fazla 4 kanatlı melek denmiş, 3+4=7 al sana 7 gök  (Mesela diyorum yani;)
Celaleddin'in tüm sözlerinin kaynağının Kuran olduğunu iddia ettikten sonra kitabı bitirmek için kendimi zorlamaya başladım ise de, gayet seçmece gözüken bu bir araya getirilmiş ansiklopedik bilgileri gördüğümde kitaptan tamamen soğudum ve okumaya son verdim. Bu bilgilerin seçmece/keyfi olduğunu görmek için çok basit deneyler yapabilirsiniz. Mesela Einstein'ın ve kitapta 19 sistemini ilk defa gündeme getiren kişi olan (kitabında böyle geçiyor ve yalanlamıyor) Rashad Khalifa'nın doğum ve ölüm tarihlerini inceleyin. Bu kişilerin doğum ve ölüm yılları hiç bir şekilde yukarda anlatılanlara uymuyor. Zaten bir delil de sunmuyor bunun için yine.  Bir de on dokuzun katı olmayan yıllardaki bilimsel keşif ve icatları listeleyin. 2013 yılı mesela. 19'un katı olmayan yıllarda da tıpkı 19'un katı olan yıllardaki gibi bilimsel ilerlemelerin gerçekleştiğine şahit olacaksınız.
Yazının başında değindiğim, yazarın "kitabın size sunacağı tek şey hakikatlerdir" şeklindeki ifadesine dönersek, kitabın bu sözün ağırlığını taşıyıp taşımadığı konusunda da takdir sizin...